Cumartesi, Şubat 02, 2008

Şimdiki gençler duvara karşı( mı acaba ? )


EMİNE DOLMACI

Duvar yazıları, geriye dönüp baktığımızda, gençlerin ‘apolitik’ olarak suçlanmadığı, 80 öncesi kuşak için önemli bir mücadele aracı, bunun da ötesinde bir varlık alanıdır. Sağ ve sol örgütler, kendi egemenlik alanında veya karşı örgütlerin sahasında varlığını, duvarlara yazılan sloganlarla gösterirdi.

‘Yazıya çıkma’ olayı, her grup için önemli bir eylem niteliği taşırdı. Bu sayede varlıkları kanıtlanır, mesajlarını da yaymış olurlardı çünkü. Polis baskını ve karşı örgütlerin baskısı altında, gece boyu nöbetler tutularak yapılan işte, kör bir kurşuna hedef olma, canını kaybetme endişesi de vardı. Siyasî partilerden ve gençlik örgütlerinden onlarca genç bu yüzden çıkan çatışmalarda hayatını kaybetti. Tarafların onlarca ‘şehit’ verdikleri, bu can derdiyle yazılan yazılar, 80 sonrasından başlayarak yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Tamamen yok olmadı elbette; ancak yerini daha hafif içeriklere bıraktı. 90’lı yıllarla beraber devrim, ülkü, özgürlük, kavramlarının yerini, ‘aşk’, ‘sevgi’, ‘futbol’ temaları aldı. Duvarlardan, ‘Tek yol devrim’, ‘yaşasın komünizm’, ‘Bağımsız Türkiye’, ‘Bayrak inmez, vatan bölünmez’ gibi yazılar yavaş yavaş silinirken, onların yerini ‘Seni seviyorum’, ‘Caner Sibel’i seviyor’, ‘Sana canım feda’, ‘Pazara değil mezara kadar’ sloganlarının hakimiyeti aldı. Aradan geçen yılların ruhuna uygun olarak, ideolojik yazılar ve sloganlar da, ortama ve zamana uyarak, farklı zeminlere taşındı. Artık duvarlarda görmediğimiz sloganlar, internet sitelerinde, bloglarda, forumlarda sadece meraklısını ve ilgisinin dikkatini çekecek bir şekilde yer alıyor. Burada aktarmak istediğimiz, duvar yazıları ve onları çiziktirenlere dair bir değişim ve dönüşümün hikayesi. Duvarlara kireç, zift, yağlıboya ve spreylerle yazılar yazan, onun heyecanını yaşayanların ağzından da, bazıları bunun nostaljik bir kare olarak geçmişte kaldığına karşı çıksa da, geçmişe dönük bir öykü belki...

Takvimlerin darbeye yakın olduğu dönemler. Yıl 1978, Türkiye’nin özellikle üniversitesi olan büyük şehirlerinde çatışmalar yaşanıyor ve onlarca genç ölüyor. Bu dönemde görev başında olan Ecevit hükümeti ise kuyruklarla ülkeyi ‘bir yokluk ve kıtlık’ durumuna sürüklemenin yanı sıra, özgürlükleri kısıtlamaktan da eleştiriliyor. Bu eleştiriler bazen meydanlarda sloganlara bazen de duvar yazılarına dönüşüyor. ‘Zengin ve Yoksul’ dizisinin kötü karakterinden esinlenerek ‘Falconetti Ecevit’ adı takılan eski başbakan için kaleme alınan yazılardan biri, Beyazıt Meydanı’ndaki duvarda kendini gösteriyor: “Ne Amerika ne Rusya milliyetçi Türkiye, Falkonetti Eco Edirnekapı’ya giremez.” 1978 yılındaki yazıyı yazan 6 kişiden biri olan yayıncı Oğuzhan Cengiz, “Bunu ilk kez itiraf ediyorum. Fikir benden çıkmıştı, bir grup arkadaş hemen yazdık. O yazı aylarca Türkiye’nin gündeminde kaldı.” ifadesini kullanıyor.

Duvar yazıları, gençlik hareketlerinin yoğun olduğu 70’li yıllarda, her kesim için vazgeçilmez mücadele aracıydı. İhtilalle birlikte azalan bu yazılar 90’lı yıllara doğru neredeyse hayattan silindi. Onun yerini, modern grafiti sanatı veya hiçbir estetik veya edebi değeri olmayan ‘aşk’ yazıları aldı. Siyasi mesajlar, yazılar ve tartışmalar da tamamen internet ortamına taşındı. ÖDP Parti Meclisi üyesi İbrahim Aydın, “Bu, verilmek istenen mesajın sokaklarda yaşatılması ile ilgiliydi. Ekonomikti, aynı zamanda kendi içinde bir eylem niteliği de vardı.” diyor. Daha sonra idam edilen Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’la birlikte ODTÜ stadyumuna ‘devrim’ yazısını yazan EMEP Merkez Yürütme Kurulu üyesi Mustafa Yalçıner ise mücadele araçları değişse de bunun bir devrin sonu olmadığı, önümüzdeki dönemlerde yeniden ortaya çıkabileceği görüşünde.

Gece yazıya çıkıyoruz arkadaşlar!

1968 Paris öğrenci hareketlerinde duvarlar, “Gerçekçi ol, imkansızı iste!” ve “Yasaklamak yasaktır.” gibi sloganlarla bezenirken, bu yazılar tüm dünyaya genel kabul gören sloganlar olarak yayılmıştı. Türkiye’de duvar yazılarının yoğunluğu, siyasetin daha sivri ve keskin, gençlik hareketlerinin de güçlü olduğu yıllarda, bu yıllardan bir dönem sonrasına tekabül ediyor. 80 darbesi sonrasında, tek kanallı radyomuzdan ve televizyonumuzdan, ‘yasadışı örgüte ait slogan yazdıkları için gözaltına alındılar’ ifadelerini duyardık sık sık. Sağ veya sol siyasi hareketlere mensup örgütler, özellikle kendi hakimiyeti altındaki bölgelerde duvarların da hakimiydi. ‘Yaşasın…’ veya ‘Kahrolsun…’ ile başlayan sloganlar, aynı zamanda bir güç / kuvvet gösterisi, biz varız mesajıydı. Sprey boyaların olmadığı dönemde yağlı boya, zift veya kireçle yazılan yazılar, hem polisle hem karşı örgütlerle çatışma sebebi oluşturuyordu. Bu yüzden, ‘Yazıya çıkma’ eylemi, bir grup eli yatkın üyeyle beraber, bir grup gözetleyiciyi de mecbur kılıyordu. Hatta her grup, sağcı polislerin örgütlendiği Pol-Bir üyesi polislerin görevi esnasında veya solcu polislerin örgütlendiği Pol-Der üyesi polislerin nöbet vaktinde yazıya çıkıyordu. Eğer, duvarlar yazılmış ve boş yer yoksa karşı örgütün yazdığını değiştirmek de bir eylem türüydü. Örneğin, ÜGD ‘İGD’, MHP ‘MARX’, DEV-GENÇ ‘DEVEGENÇ’ sloganlarıyla değiştiriliyordu. Devrimciler anti Amerikancı bir yazı yazdığında, karalanıp altına MHP yazılabiliyordu veya Filistin sorunu üzerine yazılanların altına her grup imzasını atabilirdi.

Hukuki açıdan ‘suç’ sayılan duvar yazıları, 80’li yılların sonunda yavaş yavaş siyasi bir mücadele aracı olmaktan çıkarken, 90 ve 2000’li yıllarda neredeyse hiç görünmez oldu. Geçtiğimiz yıllarda ise konuyla ilgili ilginç olaylara tanık olduk. 22 Kasım 2005’te Erzurum’un Horasan ilçesinde, birtakım duvar yazıları ortaya çıktı. Yapılan araştırmada, “Başbuğ apo”, “Kürdistan’ı kuracağız, Türkleri atacağız”, “Yaşasın PKK” gibi duvar yazılarının aynı elden çıktığı saptandı. Başka bir çıkış da 2005 yılı Aralık ayında İzmir’de yaşandı. Bina, kavşak ve köprülere, “Dünya Türk olsun” ve “Türkiye Türklerindir” yazan Buduncular grubu da polisi bir süre peşinden koşturdu. İstanbul’da ise Nuri Alço’nun adını kullanarak, duvarlardaki ‘NARO’ imzası atan bir grup ortaya çıktı. Bugün artık, daha çok sol grupların yaptığı, ‘F tipi cezaevine tepki’ veya ‘ölüm oruçlarını kınama’ gibi eylemlerde duvarlara yazılar yazılıyor. Bunlar da, eylem bölgesi ile sınırlı kalıyor. Yani İstanbul’un Okmeydanı, Gazi Mahallesi, Ümraniye, Maltepe gibi bölgelerinden dışarı çıkamıyor. e.dolmaci@zaman.com.tr


Falconetti kimdir?

Türkiye’de tutulan yabancı kötü karakterlerden birisi. Kitleleri ekrana kilitleyen Zengin ve Yoksul dizisinin ‘kötü adam’ı Falconetti, yaşayan bir kahraman kadar üne sahipti. Filmde Falconetti, Tom Jordache’i öldürdüğünde gazeteler, “Ellerin kırılsın Falconetti” manşetini atmıştı. Falconetti’yi, Kurtlar Vadisi’nin Akrep Bekir’i tiyatrocu Zekai Müftüoğlu seslendiriyordu.


Ecevit, Türkeş’ten rica etti, yazıyı sildirdik

Oğuzhan Cengiz (Yayıncı): Arkadaşlarla Beyazıt’ta Küllük Kahvesi’nde oturuyorduk. 1997’de Ecevit’in iktidar olduğu yıllarda ülkücülere karşı müthiş bir kıyım vardı. “Ecevit çok zulmediyor, ‘Falconetti Ecevit’ yazalım duvarlara” dedim. Beyazıt Hürriyet Meydanı’nda tramvay yolu üzerindeki duvarlardan birine yazdık. 6 kişiydik yazıyı yazan, yaklaşık 3 saatimizi aldı. Kimliğimizi bilen yoktu. İlk kez açıklıyorum: 50-100 kişilik ekiplerle geldiler yazıyı silmeye çalıştılar, biz sildirmedik. İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan ekiplerle beraber geldi, onlara da izin vermedik. Yaklaşık 7-8 ay kaldı duvarda. En son Ecevit, Alparslan Türkeş’i arayıp rica etmiş. Bunun üzerine yazı silindi. Falconetti Ecevit’i yazan kişilerden 2’si daha sonra olaylarda öldürüldü. Yazıya genellikle geceleri sabaha karşı çıkardık. Vatan Caddesi, Millet Caddesi’ne yazardık en çok yazılarımızı. Yazı yazarken çatışma çıktığı çok olurdu. Kardeşim Erhan Cengiz, yazı yazan solcularla mücadele ederken öldürüldü. 18 yaşındaydı.

Nostalji olarak kalmadı, vakti gelecek

Mustafa Yalçıner (EMEP MYK üyesi): 1968’de ODTÜ öğrencisiydim. 4 arkadaşımla birlikte ODTÜ Stadyumu’nun tribünlerine bir yazı yazdık. Devasa boyutlarda ‘Devrim’ yazısıydı. Yazanlardan Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam edildi, Alpaslan Özdoğu çatışmada öldürüldü. Taylan Özgür de öldürülen arkadaşlarımızdan biriydi. Hüseyin İnan getirmişti boyayı. Sildiler olmadı, boyadılar olmadı, betonu traşladılar, ne yaptılarsa çıkmadı. Bahsettiğim arkadaşlarla Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu (THKO) kurduk daha sonra. Bizde duvara yazı yazanlar öldürülür, en azından bir dönem böyleydi. Çok sayıda arkadaşımız duvar yazısı yazarken öldürüldü. Her dönemin kendi mücadele yöntemleri ve araçları vardır. Şu anda yok; ancak yakın bir gelecekte yine olabilir. Şimdi olmaması bir tarafın, kendisini devrimci olarak ifade edenlerin, henüz görece zayıflığıdır. Belki bir tarafın da böyle araçlara ihtiyaç duymayacak kadar kendisini güçlü hissetmesidir. Öte yandan toplumdaki depolitizasyonla da ilgili bu.

Tutuklananların yarısı yazıdan yargılandı

İbrahim Aydın (ÖDP PM üyesi): Bu, verilmek istenen mesajın sokaklarda yaşatılması ile ilgiliydi, ekonomikti, aynı zamanda bir eylem niteliği vardı. Duvarlara yazı yazmak suçtu, yoğun jandarma ve polis baskısı altında yapılırdı. Onlardan kaçmaya çalışarak gerçekleştirirdik. Her yazı yazmada polisle çatışma çıkardı. Devrimci Yol’un amblemini herkes çizemezdi. Bunun için özel bir beceri gerekirdi. Yazılarda genellikle yağlı boya kullanırdık. Boyaları kendi harçlıklarımızla alırdık. Kireç de kullandık, kireç erken çıkardı, kolay kapatılırdı. Daha özel bir yazı yazacaksak yağlı boyayı tercih ederdik. Daha fazla zaman ve daha fazla güvenlik gerekiyordu. Polisle çatışırdık genelde, çünkü Artvin’de karşı örgütler pek yoktu. Devrimci Yol davası’nda binin üzerinde kişi yargılanıyordu. Yarısının suçu duvarlara yazı yazmaktı. Daha çok, “Kahrolsun faşizm”, “tek yol devrim”, “üreten biziz yöneten de biz olacağız”, “söz, yetki, karar, iktidar halka”, “Oligarşi mezara, halk iktidara” sloganlarını yazardık.




Gönderenin notu: Acaba gençler cidden duvara karşımı.Yakında çevremde gördüğüm siyasi duvar yazılarının fotoğraflarını da yayınlayacağım.

Düzenleme: Bi kaç foto ekliyorum.belki daha fazla çekersem bununla ilgili bir foto sitesi de yapabilirim.



Salı, Ocak 29, 2008

Toplumcu Anayasa



Pazartesi, Ocak 21, 2008

MEHMET SaiT ASIL ADIM

MEHMET SAIT ASIL ADIM

Mehmet Sait asıl adım
Yırtıcı kuş adın aldım
Bir atılgan şahin oldum

Yuva tuttum yüceleri


Çapalı'ya otağ kurdum
"Beri hay"la gelir ordum
Dört cephede cenge girdim
Duman ettim niceleri

Umut fidanını diktim
Kan olup köküne aktım
Karanlığa yıldız ektim
Siperlerde geceleri



Altıbin alyıldız aktı
Bizim şafak böyle söktü
şehitlere ağıt yaktı
Suna boylu bacıları

Kurtuluş Savaşı'nın komutanlarından birisidir
Mehmet Sait. şAHıN BEY olarak da bilinir. Antep'lidir, birinci
paylaşım savaşı yıllarında Osmanlı ordusu
saflarında Arabistan cephesinde, Yemen'de
savaşmıştır. Savaş sonrasında Antep'e
dönmüş ıngiliz, Fransız, ıtalyan ve Yunan işgali
başlayınca Antep'te küçük milis kuvvetleri örgütlemeye
başlamıştır. Kısa bir süre sonra bu milis
gruplarını birleştirip cephe açmaya başlamış
ve onların komutanlığını yapmıştır.
1920 yılında oluşturduğu bu birliklerle Fransız
birliklerine Kilis yolu hattında defalarca vurmuş ve geri
çekilmiştir. şehirdeki işgalcilere erzak taşıyan
işgalci katarları Kızılburun'da geri çekilmeye
zorlamıştır, Mehmet Sait'in bu baskınları sonucu
şehirdeki işgalciler sıkışmış ve
yardım alamaz duruma gelmiştir. Antep halkı da böyle bir
durumu direnişin lehine kullanmak için işgale karşı
genel ayaklanma çalışmaları yapmaya
başlamıştır.

Olası ayaklanmayı bastırmak için Kilis'te bulunan
Fransız garnizonu üç piyade alayı, ikiyüz süvari, bir topçu
bataryası, dört tank ve birçok ağır makineli-mitralyözden
oluşan bir birliği Antep'e göndermeye karar vermiştir.
Mehmet Sait, yanına Karayılan ve Boynaoğlu'nu da alarak bir
savunma cephesi kurmaya başlamış, ama bu komutanlar,
Kızılburun'daki ilk saldırıda geri çekilmek zorunda
kalmıştır.

Birliklerini Kertil yamaçlarına çeken Mehmet Sait daha sonra yer
değiştirerek Bostancık değirmenine geçmiştir.
Burada cephe açılmış ve merkeze Mehmet Sait, kanatlardan
birisine Karayılan, öbür yana da Boynaoğlu geçmiştir.
Fransız yoğun ateşinin altında sağ ve sol kanatlar
hızla çökmüş ve kanat komutanları cepheyi daha sağlam
bir şekilde geride kurmak için çekilmek zorunda
kalmışlardır.
Mehmet Sait, kendilerinin de çekilmeleri gerektiğini söyleyen
arkadaşlarıyla kısa bir değerlendirme yapmış,
hızla çekilme önerisini redderek ölene kadar çatışma
kararı almıştır.

Mehmet Sait şöyle der o gün savaşçılarına: "ben
Antepliler'e söz verdim, benim ölü bedenimi çiğnemeden düşman bu
köprüden geçmeyecek, ben nasıl olur da sözümden dönerim?".
Bütün birlik cephede komutanıyla birlikte kalır. Elmalı
köprüsünü zorlayan Fransız işgalcileri saatler süren direniş
nedeniyle oldukları yerden bir adım bile atamazlar. Mehmet Sait,
cephanesi bitene kadar siperde çatışır. Cephanesi bitince de
savaşçılarına "süngü tak" komutu vererek kendisi en önde
köprüye doğru koşar ve kendisinden onlarca kat daha
donanımlı düşmanla yüzyüze çatışmaya başlar.
Mehmet Sait, orada onlarca savaşçısı ile birlikte şehit
olur.

"Elmalı köprüsünde
düşmanı yoram dedim
Balaban boğazında
başına vuram dedim
çift kanadım kırılınca
dört bir yanım sarılınca
yürüdüm üstüne ateşin
tutuştum şahince
bağrıma batınca süngü
kanımda eridi sanki
düştüm şahince

Dostlar bağlayalım sözü
biz şehidiz antep gazi
gönüllere gömün bizi gömün bizi"

(şiir: Ozan Telli)

edit: bu vidyolar konu ile alakası açısından eklenmiştir.