Salı, Kasım 20, 2007

Geleceği yitirmek

Tevfik Çavdar (12 Şubat 2007, Pazartesi) www.sol.org.tr

Son günlerde peş peşe gelen şiddet olayları medyamızın bazı iyi niyetli kalemlerince Türkiye’nin önüne yığınlarının dört elle sarılacağı bir projesi olmadığı şeklinde özetlenebilecek yorumlarla açıklanmaya çalışıldı. Bu yaklaşımın doğru olan yanı günümüz Türkiyesi’nde insanların bağlanabilecekleri bir umutları olmadığı gerçeğidir. Hem toplumsal, hem de bireysel yarınlarımızı yitirmiş durumdayız. Yirmi yaş altı nüfusun 40 milyona yaklaştığı ülkemizde kanser gibi, ölümcül bir hastalık gibi, bu yarınsızlık tüm ufkumuzu karartmaktadır. Hastalığı teşhis etmek kolaydır. Asıl zor olan bu yıkımı hazırlayan virüsü bulmakta yatmaktadır. Bizler 1930’lu, 1940’lı yıllarda bilirdik ilkokuldan sonra ortaokula, liseye gideceğimizi; soranlara güvenle ileride hangi mesleği seçeceğimizi de hiçbir kuşkuya düşmeden söyleyebilirdik. Şimdilerde 8 yıllık ilköğretimi bitiren öğrenci, ortaöğretime devam edilebileceğini dahi söyleyemiyor. Çünkü önünde OKS denilen bir sınav aşaması var. Dershaneye gitmediyse, özel ders almadıysa bu sınavı başarma umudu hiç yok. İnsan olarak sahip olmamız gereken tüm güvencelerimizi yitirmiş durumdayız. Hiç kızmayın genç kuşaklara. Onların böylesine güvensiz bir ortamda tek güvenceyi Polat Alemdar’larda aramalarından daha doğal bir şey olamaz. “Köşeyi dönme” yaklaşımının en yetkili ağızlardan idealize edildiği bu düzen de mafyalaşımcı, eli tabancalı çözüm arama, gemisini kurtaran kaptan olma özdeyişleriyle pompalanmış toplumsal ve bireysel şiddet tek umar olarak görülmektedir. İnsanlar yaşam boyu gereksinme duydukları tüm güvencelerini yitirmiş durumdalar. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” şiarının egemen olduğu bir düzende geçerli kural “orman yasaları”dır. Güçlü olan kazanır. Güçlü daima haklıdır. Güçlü her durumda kendi güvencesini sağlar. Güç bu düzende sahip olduğun paradır, birikimini ifade eden servettir. Bir zamanlar liberal iktisat öğretisinin adını ne güzel koymuş Osmanlı: İlm-i Servet. Bakmayın sonradan Cavid Bey kitabını “İlm-i İktisat” diye adlandırmış. Amaç değişmemiştir: Bireysel serveti yakalamak. Unutmayalım, ekonomi anlamına kullanılan iktisat sözcük olarak “tasarruf” gibi kullanılırsa da, asıl anlamı kazançların birikiminden servete ulaşmaktır. Bu düzen de servet her türlü güvencenin kapısını açar. Yani insanın, insan olmaktan kaynaklanan haklarını “servet” güvence altına alır. Şöyle bir gözden geçirelim insan olmaktan doğan, hakkımız olan güvenceleri: Yaşama güvencesi: Bu en temel hakkın, yaşama hakkının güvence altına alınmasıdır. Yeni doğan bebek doğumundan itibaren bu güvenceye sahip olmalıdır. 0-5 yaş grubundaki ölümlerin dünyada ilk sıralarını alan ülkemizde böyle bir güvenceden söz edebilir misiniz? Köylerde, kent ve kasabaların varoşlarında çöplüklerden atılmış gıda ürünlerinin toplandığı Türkiye’de yaşam güvencesinden kim bahsedebilir? Sağlık hizmetlerinin metalaştığı bir toplumda yaşam güvencesi var denebilir mi? Bırakınız Türkiye’yi, 750 milyarı aşan silahlanma ve savunma bütçesini karşılayabilmek için sağlık ve benzeri harcamaları kısan ABD’de yaşam güvencesi var mı sayacağız? Evet bu hak ancak belirli düzeyin üstündeki servet sahipleri için mevcuttur. Afrika, Güney Amerika, Asya ve Avrupa yoksullarına böyle bir hak tanınmamıştır. Eğitim güvencesi: Bir çok ülkenin anayasasında (Türkiye de dahil) eğitim ve öğrenme hakkının insanın doğumdan ölüme kadar temel hakkı olduğu ifade edilir. Fakat bunun güvencesi yoktur. Var olan kapitalist düzende bu hakkı güvence altına alacak hiçbir tedbir alınmamaktadır. Her şey piyasaya bırakılmıştır. Eğitimde fırsat eşitliği güvence altına alınmamıştır. Yapılan sınavlar bu durumu tüm açıklığıyla sergilemektedir. ABD’de bu durum daha keskindir. Üniversite ve kolejler yüksek paralar ödeyebilenlere açıktır. Çalışma güvencesi: Bu düzende sadece yasalarda yer almaktadır. İnsanların çalışma hakkı ayaklar altındadır. Evresel kapitalizmin kapısını çaldığı ülkelerde böyle bir hak yoktur ki güvence altına alınsın. ABD’den AB’ye kadar bütün ülkelerde işsizlik en büyük sorun olarak öne çıkıyor. Mevcut ekonomi düzeninde, dünyaya egemen şirketler emek maliyetlerini düşürebilmek için yığınsal işsiz ordusuna gereksinim duydukları sürece işsizlik sorunu çözümlenemeyecek, çalışma hakkı güvence altına alınmayacaktır. Yaşlılığa, açlığa karşı güvence: Emeklilik artık piyasa ya bırakılmak üzeredir. Yakında sosyal güvenlik ve emeklilik konusu kamu hizmetlerinin dışına çıkarılacaktır. Tıp insanın ömrünü uzatma başarısı gösterirken piyasaya bağlı sağlık ve emeklilik kurumları bu ömrü kısaltma yolunu aramaktadır. Tüm bu haklar ve güvenceler artık sermayeye bağımlı liberal düzenin insafına bırakılmıştır. Bunların da ötesinde ezilenler, uzayan bir korku tünelinin içinde yürümek ve yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Korku ve şiddet “bırakınız yapsınlar” yaklaşımının ayrılmaz bir parçasıdır. İşsiz olmak, hasta olmak, yaşlılıkta umarsız kalmak vb. gibi korkuların yanı sıra kentlerdeki her köşe korkunun gölgesindedir. Gasp, kapkaç, barlarda şiddet, okuldan mahalleye kadar çetelerin saldığı sindirme duygusu bir salgın hastalık gibi bizleri çevreliyor. Tam kırk yıl önce ABD’ye gittiğimde yetkililerin bize verdiği öğüt, “belli saatlerden sonra sokağa çıkmayın, gece parklarda dolaşmayın” olmuştu. Gündüz, saat on sularında, Beyaz Saray’ın karşısındaki La Fayatte parkın da iri yarı bir sarhoşun benden zorla 1 dolar dilendiğini anımsıyorum. Geceleri Washington gibi kentler niye boşalır? Ve banliyö siteleri niye çığ gibi çoğalıyor? Bunun yanıtını her gün medyada pembe tablo çizen iktisatçıların vermesini bekleyeceğiz. “Türkiye filan firmanın üretim üssü oldu”, “Türkiye’ye giren sıcak para şu kadar arttı” gibi haberlerin arkasında büyük yağma gizlenmektedir. Son beş yılda Türk halkı 184 milyar dolar borç faizi ödemiştir.
Bu para kamu da kalsaydı bakın neler yapılabilirdi:
2,5 milyon fakir aileye 15 yıl boyunca aylık 405 YTL (31,6 milyar dolar)
GAP’ın bitirilmesi (16,0 milyar dolar)
10 bin kilometre demiryolu (30,0 milyar dolar)
3 bin kilometre otoyol (27,0 milyar dolar)
2 milyon modern konut (42,8 milyar dolar)
5 adet Atatürk Barajı (15,0 milyar dolar)
400 kilometre metro hattı (16,0 milyar dolar)
3 adet Boğaz Köprüsü (1,2 milyar dolar)
Bu harcamalardan sonra geriye de 4,7 milyar dolar kalıyor. İşte Türkiye’nin korku tüneli bu fedakârlıklarla inşa ediliyor. Bu tünelin ucu görülmüyor. İnsanlar çaresiz. Tünelin ucu görülmüyor ki yarınlarını düşlesinler. “Başka bir dünya var” belgisini şöyle tamamlamadan tünelin sonuna erişemeyiz: “Başka bir düzen var, o da sosyalizm.


Hiç yorum yok: